İkinci Dünya Savaşı'nın gölgesi Avrupa'nın üzerine düşerken, İngiliz kırsalının dingin yüzeyinin altında yüzyıllardır saklı kalmış bir sır uyanmaya başlar. Suffolk'un rüzgarlı tepelerinde, dul bir kadın olan Edith Pretty, hayatının anlamını yitirmiş gibi hissettiği bir dönemde, malikanesinin sınırları içinde yükselen gizemli höyüklerle ilgilenmeye başlar. Bu topraktan yığıntıların ne anlama geldiğini öğrenme arzusuyla yanıp tutuşan Edith, yerel ve kendi kendini yetiştirmiş bir arkeolog olan Basil Brown'ı işe alır.
Basil, resmi bir eğitim almamış olsa da toprağa ve tarihe karşı derin bir saygı ve içgüdüsel bir anlayışa sahiptir. Edith'in arazisine ayak basar basmaz, höyüklerin sıradan birer tepecik olmadığını hisseder. Sabırla ve titizlikle çalışmaya koyulur, her kürek darbesiyle toprağın derinliklerinde yatan kadim bir hikayeyi gün yüzüne çıkarmaya çalışır. Beklentilerin ötesinde bir keşif, hem Edith'in hem de Basil'in hayatını sonsuza dek değiştirecektir.
Kazılar ilerledikçe, höyüklerin altında saklı kalan şey, sadece yerel bir merak konusu olmaktan çıkar ve ulusal bir ilgi odağı haline gelir. Zamanın ve savaşın acımasızlığına meydan okuyan, bin yıllık bir geminin silueti ortaya çıkar. Bu keşif, sadece İngiliz tarihine ışık tutmakla kalmaz, aynı zamanda Edith ve Basil arasında beklenmedik bir bağ kurar. Onların bu topraklarda buldukları sadece bir gemi değil, aynı zamanda hayatın anlamı, kayıpların ağırlığı ve tarihin sonsuz yankılarıdır. Savaş kapıyı çalarken, bu keşif, İngiltere'nin geleceğine dair umut ve ilham veren bir anıt olarak yükselir.