Frank ve Lindsay... İki yabancı, kaderin cilvesiyle kendilerini bir düğünün karmaşasında bulurlar. İkisi de hayatın sillesini yemiş, aşkın acı tadını defalarca tatmış, kalplerini duvarlarla örmüş iki kırık ruh. Düğün davetiyesi, onlar için keyiften ziyade bir zorunluluktur. Tanıştıkları ilk andan itibaren birbirlerine karşı hissettikleri şey nefretten başka bir şey değildir. Sanki evren, onların bu antipatisini körüklemek istercesine, tüm hafta sonu boyunca onları birbirlerine mahkum eder.
Başlangıçta birbirlerine tahammül etmekte zorlansalar da, zamanla o nefretin altında gizli bir çekim filizlenmeye başlar. Ortak geçmişleri, benzer hayal kırıklıkları, onları birbirlerine yaklaştırır. Ancak bu yakınlaşma, beraberinde büyük bir soruyu da getirir: Onca deneyimden sonra, yeniden umut beslemek akıllıca mı, yoksa geçmişteki hataları tekrarlamaktan mı ibaret olacak? Aşkın iyileştirici gücüne inanmak mı, yoksa kalplerini sonsuza dek mühürlemek mi gerekecek? Frank ve Lindsay, bu düğün haftasonunda sadece birbirlerini değil, aynı zamanda kendilerini ve aşkla olan karmaşık ilişkilerini de sorgulayacaklardır.
