Issızlığın ortasında, unutulmuş bir köyde, Abbas adında bir adam, hayata sırtını dönmüş gibi kendi kabuğunda yaşamaktadır. Taş duvarlı, mütevazı evinin en alt katı, köyün erkek ölülerinin son yolculuğuna hazırlandığı bir gasilhanedir. Abbas, burada sessizce, hayatın acımasız döngüsüne tanıklık ederek, ölüleri yıkar ve kefenler. Şehrin karmaşasından ve anlamsızlığından kaçan Akay'ın yolu ise, bir tesadüf eseri bu uzak köye düşer. Başlangıçta sadece kısa bir mola, belki de tek bir gecelik bir kaçış olarak gördüğü bu durak, Abbas'ın yalnız dünyasına beklenmedik bir misafir olur. Abbas, Akay'ın varlığından duyduğu rahatsızlığı gizleyemez; bu ani misafirlik, uzun zamandır koruduğu dengeleri sarsacak gibi durmaktadır. Ancak kaderin cilvesi, onu bu gidişattan alıkoyar.
Abbas'ın zihnini kemiren, annesinin kabus gibi hatıraları peşini bırakmazken, yaşanan her an, örtülü gerçeklerin gün yüzüne çıkmasına zemin hazırlar. Masumiyetin ve kötülüğün sınırları bulanıklaşır, kimin daha suçlu olduğunu anlamak için tek bir yol kalır: Yüzleşme. Geçmişin hayaletleri, bugünün gerçekleriyle çarpışırken, Abbas ve Akay için kaçınılmaz bir hesaplaşma başlar. Bu karanlık ve gerilim dolu yüzleşme, seyirciyi soluksuz bırakacak, bilinmezliğin ürkütücü atmosferinde unutulmaz bir yolculuğa çıkaracaktır. Kimin masum, kimin suçlu olduğuna karar vermek, izleyicinin kendi vicdanına kalacaktır.