1930'ların başlarında, umut vaat eden genç bir İngiliz gazeteci olan Gareth Jones, Sovyet Rusya'nın parıldayan yüzeyinin ardındaki gerçeği aralamak için yola çıkar. Batı'nın gözünde bir ütopya olarak resmedilen Sovyetler Birliği'ne ayak basan Jones, kısa sürede beklediğinden çok daha karanlık bir gerçekle yüzleşir. Stalin ile sansasyonel bir röportaj yapma hayaliyle yanıp tutuşurken, Ukrayna'nın acımasız kıtlığın pençesinde kıvrandığına tanık olur. Bu, tarihe "Holodomor" olarak geçen, devlet eliyle yaratılmış bir felakettir ve milyonlarca masum insanı toprağa gömer.
Gördükleri karşısında dehşete düşen Jones, vicdanının sesini dinleyerek bu korkunç gerçeği dünyaya duyurmaya karar verir. Sovyet rejiminin karanlık sırlarını ifşa etmek için tehlikeli bir yolculuğa atılır. Ancak bu, sadece Sovyet propagandasıyla değil, aynı zamanda Batı'da da yankı bulan yanlış algılarla savaşmak anlamına gelmektedir. Hikayesini yayınladığında, Jones sadece Sovyet rejiminin değil, aynı zamanda bu kıtlığı örtbas etmek isteyen güçlü çıkar gruplarının da hedefi haline gelir. Gerçeği ortaya çıkarma mücadelesi, onu hayatının en büyük sınavına sokacak ve tarihin akışını değiştirebilecek bir kahramanlık destanına dönüşecektir. Gareth Jones, gerçeğin peşinden gitmenin bedelini ağır ödeyen, ancak insanlığın vicdanını harekete geçirmeyi başaran bir gazeteci olarak tarihe adını yazdırır.