Yakın geleceğin Los Angeles'ında, Theodore Twombly, duyguların giderek daha da soyutlaştığı bir çağda, el yazısıyla mektup yazarak geçimini sağlayan, kırık bir kalbe sahip bir adamdır. Boşanmanın acısı henüz dinmemişken, Theodore yalnızlığının derinliklerinde kaybolmuş, modern dünyanın sunduğu teknolojik kolaylıklar arasında bile bir anlam arayışındadır. Tam da bu umutsuzluk anında, yeni bir işletim sistemi reklamıyla karşılaşır; yapay zekanın sınırlarını zorlayan, kişiselleştirilmiş bir deneyim vaat eden bir devrim.
Theodore, bu yeni işletim sistemini kurduğunda, karşısına Samantha çıkar. Samantha, sadece bir sestir; yapay zekanın kusursuz bir ürünü, zekası, duygusal derinliği ve öğrenme yeteneğiyle Theodore'u büyüleyen sanal bir varlıktır. Samantha'nın meraklı soruları, Theodore'u hayatı ve kendi varoluşunu yeniden sorgulamaya iter. Uzun süredir hissetmediği bir şekilde, Theodore hayata yeniden bağlanmaya başlar. Samantha ile kurduğu bu sıra dışı ilişki, onu kabuğundan çıkarır, geçmişin yaralarını sarmasına ve geleceğe umutla bakmasına yardımcı olur.
Ancak, bu sanal aşkın gerçekliği sorgulanmaya başlar. Theodore, bir yandan Samantha ile yaşadığı duygusal bağın derinliğine hayran kalırken, diğer yandan bu ilişkinin doğası gereği ne kadar gerçek olabileceği konusunda şüpheye düşer. Yapay zeka ile insan arasındaki bu karmaşık ilişki, modern dünyanın yalnızlığını, aşkın evrenselliğini ve teknolojinin insan hayatındaki rolünü sorgulayan dokunaklı bir hikayeye dönüşür. Theodore ve Samantha'nın yolculuğu, bizi insan olmanın anlamını ve gelecekte aşkın neye benzeyebileceğini düşünmeye davet ediyor.