1987 İngiltere'si... Margaret Thatcher'ın demir yumruğu altında ezilen, ekonomik sıkıntıların ve ırkçı önyargıların kol gezdiği Luton'da, Pakistanlı bir göçmen ailenin oğlu olan Javed, hayatının anlamını arayan bir gençtir. Babasının geleneklerine sıkı sıkıya bağlı, toplumun acımasızlığına karşı çaresiz hisseden Javed, kelimelerle kurduğu dünyaya sığınır; şiirler yazar, hayaller kurar. Ta ki bir gün, kader ağlarını örüp onu Bruce Springsteen'in müziğiyle tanıştırana dek.
"The Boss"un kasetlerini eline geçirdiği andan itibaren Javed'in dünyası kökten değişir. Springsteen'in işçi sınıfının umutsuzluğunu, hayallerini ve direnişini anlatan şarkıları, Javed'in ruhuna dokunur. Şarkı sözlerinde kendi sıkıntılarını, özlemlerini ve bastırılmış isyanını bulur. Springsteen, Javed için sadece bir müzisyen değil, bir kurtarıcı, bir akıl hocası, bir yol göstericidir.
Springsteen'in müziği Javed'e yeni bir perspektif sunar; hayata dair umut aşılar, kendi sesini bulma cesareti verir. Artık Javed, sadece ailesinin beklentileriyle sınırlı kalmak yerine, kendi hayallerinin peşinden gitmeye karar verir. Şiirleri daha anlamlı hale gelir, hayata bakışı derinleşir. Springsteen'in şarkıları, Javed'in hayatının soundtrack'i olurken, onu kimliğinin, köklerinin ve geleceğinin peşine düşmeye teşvik eder. "Blinded By The Light", sadece bir müzik filmi değil, aynı zamanda bir büyüme hikayesi, bir kimlik arayışı ve hayallerin peşinden gitme cesaretinin destansı bir anlatısıdır.