1968'in puslu Londra'sında, kış sadece havayı değil, efsanevi Judy Garland'ın ruhunu da donduruyordu. "Oz Büyücüsü"ndeki o büyülü Dorothy'nin üzerinden otuz yıl geçmişti ve şimdi, yorgun ama hala büyüleyici bir diva olarak, Talk of the Town sahnesinde yeniden doğmaya hazırlanıyordu. Seyircinin coşkusu ve dostlarının sıcaklığı, Garland'ın kalbinde kısa süreli bir bahar esintisi yaratırken, kulübün acımasız yönetimiyle girdiği amansız mücadeleler, bu baharı kısa sürede kışa çevirmeye hazırdı.
Tam da bu karmaşanın ortasında, hayatına Mickey Deans adında bir adam girdi. Bu beklenmedik karşılaşma, Garland'ın solgun dünyasına umut ışığı gibi sızdı ve ona, belki de aradığı o istikrarı ve sevgiyi getirebileceği fısıltılarını taşıdı. Ancak, 47 yıllık hayatının 45'ini sahne ışıklarının altında geçirmiş bir kadın için, bu yeni başlangıç ne kadar sürdürülebilirdi? Hollywood'un acımasız çarklarında yitirdiği çocukluğunun hayaletleri, zihninde hiç dinmeyen bir melodi gibi yankılanıyordu.
Geceleri sahne ışıklarının altında parıldayan o muhteşem kadın, gündüzleri ise çocuklarının hasretiyle yanan, kırılgan bir anneydi. Eve dönme arzusu, onun için sadece bir istek değil, adeta bir kurtuluş reçetesiydi. Ancak, geçmişin karanlık gölgeleri ve geleceğin belirsizliği arasında sıkışan Judy Garland, kendi içindeki Oz'u bulabilecek miydi? Yoksa, bu son perde, onun için sadece bir veda şarkısı mı olacaktı?
