Avustralya'nın tozlu sokaklarında, sekiz yaşındaki Mary Dinkle'ın dünyası, alkol kokan bir anne ve ilgisiz bir babanın gölgesinde şekilleniyordu. Meraklı gözleri, yalnızlığın acı tadını erken yaşta öğrenmişti. Binlerce kilometre ötede, New York'un karmaşasında ise 44 yaşındaki Max Horowitz, Asperger Sendromu'nun getirdiği zorluklarla boğuşuyordu. Dış dünyanın karmaşık kuralları, onun için anlaşılmaz bir labirentten farksızdı; insanlarla iletişim kurmak, çözülmesi güç bir bilmece.
Tesadüf eseri başlayan bir mektup arkadaşlığı, bu iki yalnız ruhu bir araya getirecekti. Mary'nin Avustralya'dan gönderdiği ilk mektup, Max'in hayatında bir dönüm noktası oldu. Karşılıklı yazışmalar, onları birbirlerinin dünyalarına davet etti. Mary, Max'in sıra dışı bakış açısıyla hayata farklı bir pencereden bakmayı öğrenirken, Max ise Mary'nin masumiyeti ve içtenliği sayesinde, dış dünyayla kurduğu köprüleri sağlamlaştırdı. Mektuplar, sadece kelimelerden ibaret değildi; umut, anlayış ve kabulün sembolüydü. Bu beklenmedik dostluk, iki insanın hayatını sonsuza dek değiştirecek, yalnızlıklarını dindirecek ve onlara hayata tutunmaları için bir neden sunacaktı.