Paslı zincirlerin soğukluğu, zifiri karanlığın içinde yankılanan bir çığlık gibiydi. İki yabancı, kendilerini terk edilmiş bir mekanda, ayak bileklerinden zincirlenmiş halde buluyor. Hafızaları silinmiş, kim olduklarını, buraya nasıl geldiklerini bilmiyorlar. Yüzlerindeki şaşkınlık, yavaş yavaş dehşete dönüşürken, bulundukları yerin duvarları üzerlerine doğru geliyor gibiydi.
Çok geçmeden, bu kabusun mimarının, sapkın bir adalet anlayışıyla hareket eden, acımasız bir zeka olduğunu anlarlar. Kurbanlarını, hayat yolunda tökezlemiş, ahlaki pusulalarını kaybetmiş kişiler arasından seçen bu katil, onları ölümcül bir oyuna sürükler. Her hamle, bir seçim; her seçim ise hayatta kalmak için verilen amansız bir mücadele.
Bu iki yabancı, hayatta kalmak için birbirlerine güvenmek zorundadır. Ancak aralarındaki güvensizlik, geçmişlerinin karanlık sırları ve katilin akıl almaz oyun planı, onları sürekli olarak sınayacaktır. Zaman daralırken, ölümcül tuzaklardan kurtulmak ve bu kabusun ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak için amansız bir yarış başlar. Peki, bu iki adam, katilin oyununda birer piyon mu, yoksa kendi kaderlerini yazabilecekler mi? Bu sorunun cevabı, kan ve gözyaşıyla yazılmış bir hayatta kalma destanında saklı.
