Kalbinin atışları bir ölüm sessizliğine dönüşürken, Clay'in hayatı bir ameliyat masasında, kabusla gerçeğin birbirine karıştığı bir cehenneme evrilir. Açık kalp ameliyatı, onun için sadece fiziksel bir müdahale değil, ruhunun derinliklerine işleyen bir işkenceye dönüşür. Anestezinin onu uyutması gerekirken, Clay paradoksal bir şekilde uyanıktır; olup biten her şeyin, bıçağın tenindeki dansının, kemiklerinin kesilme sesinin, etinin yakılma kokusunun tamamen bilincindedir. Ancak, anestezik farkındalık denilen bu lanetli durum, onu kendi bedeninin hapishanesine mahkum eder.
Vücudu tepkisiz, çaresizce felçlidir. Gözlerini açamaz, bağıramaz, yardım isteyemez. Ameliyat ekibi, Clay'in bu sessiz çığlığını duymazdan gelirken, o kendi zihninin labirentlerinde kaybolur. Bilinçaltının karanlık dehlizlerinde, geçmişin hayaletleri ve geleceğin korkuları arasında bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, sadece hayatta kalma mücadelesi değil, aynı zamanda kim olduğunu, neye inandığını ve en önemlisi, hayatta kalmaya değer olup olmadığını sorguladığı derin bir iç hesaplaşmadır. Clay, bedeni bir ameliyat masasında esir kalmışken, zihni özgürlüğe giden yolu bulabilecek midir? Yoksa bu kabus, sonsuza dek onun gerçeği mi olacaktır?